Kaç gündür bloggerı açıyorum, yeni yazı butonuna tıklıyorum ama elim yazmaya gitmiyor. Yeni denediğim tariflerim ve daha önce yaptığım el emeği paylaşmak istediklerim var, beklemedeler şimdilik. Zincirlerimi kıran ise Ahmet Turan Alkan'ın bugün gazetede yazdığı "
Şairane Bir Hülya" yazısı oldu. İki çocuklu olunca zamanı iyi değerlendirmek, boş vakitleri verimli kullanabilmek şart. Ben de nokta atışı yaparak Ahmet Turan Alkan'ın yazdığı sayfayı açtım hemen. Geçen pazar yukarıdaki fotoğrafın düşündürdüklerini
yazmıştı gazetenin ekinde. Ben de yazıyı okuyup, fotoğrafa bakıp öylece düşünmüştüm "ne kadar da haklı" diye. Fotoğraf, Adile Naşit'in o neşeli filmlerini hatırlatmıştı bana. Sanki sokakta çınlayan çocuk seslerini duydum bir an. Öyle saadetli geldi ki bana o hayat, özendim desem yeridir.
7 bloktan oluşan bir sitede oturuyorum. Her blokta zemini de sayarsak 14 kat var. Bu da demek oluyor ki 56 aile yaşıyor bir apartmanda. Yani biz bir blokta, küçük bir köyün nüfusunu taşıyoruz. Ama kaç daire birbirimizle tanışıyoruz?? Neden müstakil evlerdeki sıcaklıkları böyle yüksek katlı apartmanlarımızda yaşayamıyoruz? Ya da ben daha bu eve yeni taşınmışken, neden hemen bahçeli bir evin hayalini kurmaya başladım? Aç gözlülükten mi?
Doğduğum, çocukluğumun geçtiği ev... Müstakil bir evde büyüdüm ben. Kendine yeter bir bahçesi vardı. Babamla harmanbiş denen o çamurdan yapılan fırınlardan yapmayı, kardeşimle kayısı ağacına kurduğumuz salıncakta gökyüzüne deymeye çalışırcasına sallanmalarımızı, annemin bahçeye kurduğu minik lunaparkı unutmam mümkün değil. Her evin kardanadamı kendi bahçesinde olurdu, ama birlikte yapardık.. İmece usulü. Yazın, çardaklar altına kurulan sedirlerde çay içmenin ve dahası ılık esen meltemin eşliğinde öğle uykusuna dalmanın keyfi başka hiçbir şeyde yoktu. Arkadaşlarımın kapımıza gelip bana seslenişleri hala kulağımda. Birlikte doyasıya bisiklete binerdik. Öyle ki güneş altında bisiklet sürmekten kapkara olurdu tenimiz :) Akşamları da oyuna devam ederdik. Akşam ezanında evde olmak kuralımızdı. Sonrasında yemeğini yiyen aileler bahçelerinde çaylarını yudumlarlardı. Çoğu kez bir bahçede toplanırdı büyükler. Biz çocuklarsa toplanılan evin önünde sokak lambasının altında cıvıldardık. Ne günlerdi heyhat! Herkes güvenirdi birbirine, evini çocuğunu emanet edebilirdi. Şivlilik toplamaya çıkardık birlikte, çelik-çomak oynardık. Seksek, uzun eşek.. Futbol maçı yapardık, misketlerimiz de vardı. gazoz kapaklarının içine çamur doldurur, birbirimizi ütmeye çalışırdık.
Şimdi biz, iki komşumla internetten tanıştık :)
Şimdi biz, sabah kahvelerini çoktaan unuttuk...
Şimdi biz büyüyen konforlu gökdelenlerimizde yanlız yaşıyoruz sanki.. Eskiye kıyasla, gerçekten ıssızız...
İyi k iyazdın Ahmet Turan, iyi ki o güzel günleri hatırlattın bana.
Sağol varol...
Ha bu arada..
Müstakil ev yapmaya başlarsan sevgili Toki, ilk müşterin olmayı da gönülden diliyorum...
Toprakla uğraşabileceğim şirin bir evim olsun istiyorum. Konya'da arazi sorunu da olacağını düşünmüyorum, baksana Ahmet Turan yazmış, Hollanda'dan büyüğüz. Hadi ama, müstakil evleri bekliyoruz.. Ve senin başlatacağın konutta değişim rüzgarını.. Saygılarımla Toki...
Foto buradan