Bir Yarışma Güncesi ve Arap Aşı

Blogspotta meydana gelen yasak, hepimizi etkiledi ki yazmaya bile isteği kalmıyor insanın zaman zaman. Hala yasak - çözümlenmiş olmasına rağmen - malesef bloglara ulaşılamıyor. DNS değiştirmek, ultrasurf kullanmak çözüm belki ama okuyucuları etkiliyor bu durum. Bir an önce çözümlenmesini diliyorum ve çözümlenmeyecek ise de farklı yollarla kendime artık - yasaklanamayacak - bir platform oluşturmak istiyorum. Bu özellikle oyuncan dükkanı ile ilgili düşüncem, zira oyuncak dükkanı kendi girişimim. Bu yasak neticesinde sekteye uğramasını hiç istemem. Hayırlısı ne diyelim...

Bu aralar ne yazıyorum, ne de blogları okuyorum. Aslına bakarsanız yeni tariflerim, el emeklerim birikmiş durumda ama işte paylaşacağım günleri bekliyorum heyecanla. Yaz geliyor, balkon botanik bahçemde bazı düzenlemeler yaptık. Bir kere tadına vardık ya artık her sene deneyeceğiz bitki yetiştirme işini. Hatta bu sene fideleri saksıda büyütüp bahçede yetiştirme işine devam edeceğiz. Ne kadar bol hava-güneş-su, o kadar iyi... Bakalım gelen günler ne gösterecek bizlere...

Bu arada bir de yarışma heyecanı var üzerimde. Çok zorlu bir yarışma. 32 blogger katılıyor ve 4 hafta sürecek. Her hafta eleme sonucu yarışmacı sayısı yarıya inecek. Bu haftanın teması "geleneksel çorbalarımız". Yarışmaya katılıp katılamayacağım konusunda bir mail almıştım ve yemek yarışmalarını kaçırmayı hiç istemediğimden ve de organizasyonun ciddi olduğunu düşündüğümden hemen olur demiştim. Ardından koskoca bir sepet göndermişler, şaşırdım. Özellikle nescafe kupası gözdem oldu ve yeni .çıkan kavanoz sosuna ( tencere yemekleri sosu ) bayıldım. Öyle ki ekmeğe sürüp yiyorum, tencere yemeklerinde kullanmadan bitecek gibi :))


                          

İlk haftanın teması için öncelikle Konya'mızın eskilerde kalan ve şimdilerde çok da bilinmeyen "Tandır Çorbası" nı yapmayı düşündüm. Ancak yapımı basit ve bir yarışma için uygun olmayabilir diye düşündüm. Konya mutfağı oldukça zengin, seçim yapmam zor oldu ancak Arap Aşı'nda karar kıldım. Çocukluğumdan bu yana değişmeyen acılı ve ekşili lezzetimizdir. Bir ara öğündür bizim için. Kar yağdığı zamanlar yapılır, hamurunun mutlaka kar görmesi gerekir.


Arap Aşı -kesinlikle - tahta kaşıkla yenir. Çok çok kaynatılır, hatta yemek yenirken bir yandan çorba kaynamaya devam eder. Demir kaşıkla zaten yiyemezsiniz, ağzınız yanar. Hamurundan kaşığınıza alır, çorbaya daldırırsınız. Hamuru çorbanın içina kaçırırsanız, bir dahaki sefere Arap Aşı'nı yapma sırası sizdedir. Yani cezanızı çekersiniz :)) Bir tavuk yerken lades kemiğini gördüğümde, bir de Arap Aşı yerken rahmetli büyükbabamı anmadan geçmem. Hamur kaçırmalarda nasıl da espriler yapardı, ne güleç insandı. Bir eşini daha bu dünyada göremeyeceğim, o bambaşkaydı...



Evet, nerden nereye geldik. Yarışmadan bahsetmek için geldim, blog yasağı, büyükbabam, Arap Aşı derken uzadı gitti yazı :))

Kar Güzeli: Arap Aşı

Çocukluğumun en vazgeçilmez hatıraları arasında Arabaş ( Arap Aşı ) partileri vardır. Genellikle geceleri ara öğün gibi yenir. Konya’da “yat-geber”lik* diye tabir edilen öğünümüzde yenir yani  Büyük bakır sinilere yapılan hamurun ortası çorba tasının koyulması için kesilir ve tas ortaya konur. Yer sofrasına oturanlar hep birlikte şen-şakrak bu faslı yaparlar. Arabaş, bir muhabbet vesilesidir bizler için.
Arap Aşı sadece kar yağdığında yapılır. Kar olmadan yenmesini büyükler doğru saymazlar. Hamurun kıvamına gelmesi için kar üzerinde bekletilmesi gerekmektedir.
Arap aşı yenirken dikkat edilmesi gereken bazı püf noktaları vardır. Çorba sürekli ocak üzerinde kaynamalıdır, kaynar kaynar ve özellikle bakır taslar içinde servis yapılmalıdır. Tabi çok sıcak olan bu çorba sadece tahta kaşıkla içilir. Kaşığa önce hamurdan bir parça alınır, ardından hamurun olduğu kaçık çorbaya daldırılır. Arap Aşı’nın muhabbetlerinden biri de, hamuru çorbanın içine kaçıran kişinin bir dahaki sefere cezalı olarak belirlenmesi ve Arap Aşı’nı onun yapmasıdır. Buna “yolunu çekmek” denir. Bunun nedenle hamuru çorbaya kaçırmamak için özel bir çaba sarf edilir.



Hamur Malzemeleri:

9 bardak su

2 bardak un

1.5 tatlı kaşığı tuz



Çorba Malzemeleri:


1 bütün tavuk

4 lt. su

1 kahve kaşığı karabiber

1 kaşık pul biber

1 çay kaşığı tuz

1.5 kaşık domates salçası

1 kaşık biber salçası

4 kaşık un

2 kaşık tereyağ

2 limon suyu

Hamur Yapımı:

• 7 bardak suyu bir tencereye koyun. Tuzu da ekleyip kaynamaya bırakın.

• 2 bardak su ile 2 bardak unu pütür kalmayacak şekilde bir kabın içinde karıştırın.

• Su kaynamaya başlayınca, bir oklava yardımıyla hızlı hızlı karıştırırken kaptaki sıvı hamuru da yavaş yavaş ekleyin.

• Oklava ile karıştırırken, karışım kaynadıktan 5 dk sonra ocaktan alın ve hafif ıslattığınız bakır tepsiye hamuru 1.5 cm kalınlığında dökün.


Hamurun Püf Noktaları:

Hamur kalın olmamalıdır. 1.5 cm kalınlık en ideal ölçüdür.

Hamuru karıştırırken mutlaka oklava kullanılmalıdır.

Arabaş hamurunu dökmek mutlaka kar yağması beklenmelidir.

Çorba Yapımı:


• Tavuğu birkaç parçaya ayırıp üzerine 4 lt. su ekleyip düdüklü tencerede haşlayın. Tavuk etlerini didikleyin. Suyunu kullanılmak üzere ayırın.

• Çorbayı yapacağınız tencerede 1 kaşık tereyağını eritip unu iyice kavurun.

• Haşlanan tavuktan elde ettiğiniz tavuk suyunu kavrulan una yavaş yavaş ekleyin. Bu işlemi yaparken çırpma teliyle hızlı hızlı karıştırın ki topaklanma olmasın.

• Kaynayınca altını kısın ve pişmeye bırakın.

• Bir tavada 1 kaçık tereyağı eritin, domates ve biber salçalarını ekleyip birlikte biraz kavurun. İçine yarım çay bardağı kadar su ekleyin ve bir taşım kaynatın.

• Elde ettiğiniz salçalı karışımı kaynamakta olan meyaneli tavuk suyunun içine ekleyin.

• Çorba tekrar kaynaya başlayınca, didiklenmiş tavuk etlerini de çorbaya ekleyin. En son karabiberi, pul biberi ve 2 limonun suyunu da çorbaya ekleyin.

• 1 saat kadar kaynadıktan sonra çorba servise hazırdır. Hamurun ortasını bir kaşık yardımıyla yuvarlak olarak kesin ve çorba tasının koyulacağı yerdeki hamuru kaldırın.

• Afiyet olsun…

Çorbanın püf noktası:

Arap aşı çorbasının yağının bol olması ve yağın çorbanın üzerinde görünmesidir.

Çorbanın en büyük özelliği çok kaynatılmasıdır.

Çorbanın çok acı olması gerekmektedir. Hatta acısı yetersiz gelirse yerken içine pul biber atılır.

Çorba, tüm misafirler doyup da sofradan kalkıncaya kadar ocakta kaynamaya devam eder; kesinlikle altı söndürülmez.

* Yat – Geber’lik: Konya’da akşam yemeklerinden sonra 22:30 – 00: 30 arasında yapılan hafif atıştırmalıktır. Genellikle kahvaltılıklardan veya Arap Aşı’ndan mütevellittir.

Honey-bana Balparmak



Birgün kargocu geldi, elinde bir paket. Baktım oyuncak hikayesinin fotolarının olduğu bir kutu. Şaşırdım önce, baktım balparmaktan geliyor. Açtım hemen içinden işte bu şirin bal tüpleri çıktı. Her birinde farklı bir çizgifilm kahramanı.

Şimdi düşünüyorum da, bizim zamanımızda tüplerin içinde çikolatalar vardı. Nasıl da severdim onları hüpletmeyi :) Ama çikolata işte sonucunda, yararı tartışılır da zararı ortada:) Ama bu tüpler öyle mi? Hem yararlı, hem de çocukların ilgisini çekecek şekilde tasarlanmış. En sevilen çizgifilm karakterleri tüplerin üzerinde. Çocuğunuzun beslenme çantasına her gün bir tane atın, seve seve yesin, güzelce beslensin.

Teşekkürler Balparmak, bize bugüzel ürünü böylesine güzel bir şekilde sunduğun, çocuklarımızın  ilgisini çektiğin için. 

Nasıl ki tahin-pekmez'i desteklemiştim, yaşasın honey-bana diyorum şimdi de. Doğal olan herşeyin yanındayım...

Çocuk Olmak, Yaramazlık Yapmaktır


Henüz çocuk sahibi değilken, eski evimizde üst kata bir kiracı gelmişti.
Hiç tanışmadık gerçi, ama biliyordum birkaç çocuğu olduğunu...
Bilyeyi bir yuvarlardı çocuklar odanın başından sonuna kadar tıkır tıkır giderdi, duyardım sesini...
Bazen daha da kalabalıklaşırlardı, farkederdim.
Sanırım misafirleri gelirdi, çocuklu misafirleri...
İşte o zaman salondan başlar yatak odasına kadar koşarlardı patır patır, duyardım seslerini...
Kızardım içinden, anneleri ne yapıyor bunların diye...
Annem ki, alt komşumuz rahatsız olacak diye kapıları yavaş örtmemizi söylerdi hep, yavaş ve yumuşak adımlarla yürümemizi...
Ama biz apartman hayatına geçtiğimizde ben 9 yaşındaydım, anlardım, kabul eder itaat ederdim zaman zaman çocukluklar yapsak da kardeşimle.
Zaman zaman iskandinav koltuklarımızın minderlerini yan yana dizip kendimize ev yaksak da,
üst üste dizdiğimiz minderlere koşarak "hooop" atlasak da, zaman zaman olurdu işte bu kudurukluklar:)
Akşam büyükbabamın pür dikkat dinlediği "8" ajansları başlayınca, yemek masamızın altına girer, sıkıntı içinde "off bitse şu ajans denen şey" derdim.
Zira seçeneğimiz de yoktu TRT1'den başka...
Çizgi film izlemezdik biz, oynardık, koşardık, eğlenirdik arkadaşlarımızla özgürce mahallemizin sokaklarında...
Ne bileyim, zaman içinde unuttum belki çocuk olmak ne demektir
Nasıl da durduramazdık oynarken kendimizi, nasıl da oyunun haricinde herşeye kulak tıkadığımızı...
Dedim ya, unutmuştum sanırım "çocuk olmayı" ben...



Bir zamanlar, üst komşumun çocuklarına söylenirdim içimden ne çok gürültü yapıyorlar diye
"Hiç saygılı değiller!" derdim...
Şimdi, alt komşumdan "hoşgörü" diliyorum:)
Çocuk olmak neymiş, oğlumla birlikte yeniden hatırladım...


Sırada Ne Var?



Sıra parkelerdedir...
Anne merak etmektedir...
Bundan sonra sırada neresi var boyanacak? :)

İzlenilesi Bir Film: Sanctum



Aksiyon, macera ve dram...
Bunları bir arada sevenlerdenseniz, bu filmi sakın kaçırmayın.
Nefesimi kesti resmen...
James Cameron yapımı olması zaten herşeyi anlatıyordur sanırım...



Tek kötü yanı 3D olması
Ben nedense pek hoşnut olmuyorum 3 boyutlu izlemekten
Ya da bu konuda geri kafalıyım, bilemiyorum :))



Bir mağara, mağaranın denize açıldığı noktayı bulma çabası.
Ancak beeklenmedik bir durum, yağmurun başlaması...
İşte tüm aksiyon bundan sonra başlıyor...



İşte mağaranın giriş kısmı burası.
Bu keşifte, ekip başı çok çok iyi biliyor işini.
Onu anlamaları için, onunla mağarada zaman geçirmeleri gerekiyor.
Ve sonunda yağmurla gelen su baskını ve mağaranın girişinin kapanması neticesinde, mağaranın denize açılan kısmını keşfetmeye - canlarını kurtarabilmek için - mecbur oluyorlar.


Sonunda kurtulan 1 kişi oluyor.
SAdece bir kişi, hem canını kurtarmış oluyor, hem de mağaranın keşfedilmeyi bekleyen yerlerini keşfetmiş oluyor.
Çok çok heyecan verici son sahneleri hala unutamıyorum...


Tavsiyemdir, izleyin mutlaka...

Koltuk Yenileme


Biraz havam değişsin, biraz da koltukların kirlenmesini önlerim diye düşünüyorsanız, işte size çok pratik bir yöntem. Eni 150 cm, boyu 225 cm bir polar alıyorsunuz ve kenarına hemen kurdele çeviriyorsunuz. Kullanıma hazır, odanızın havası değişiyor :))



Not: Poları alırken arkası astarlı olanlardan almayı unutmayın. Kayma yapmıyor.

30'undan Sonra Geri Saymak :)

Bugün iş arkdaşlarımdan biri oğlunu yanında getirmiş. Şirin, pofuduk yanaklı bir çocuk. Konuştuk biraz. Bir arkadaşımız sordu:

- Kaç yaşındasın sen?
- 7.5

Buçuğu da var :)

Babası hemen atıldı ordan:

- Oğlum, sen de çok büyüttün. 6 yaşındasın daha...

Ee çok normal değil mi bu yaşlarda yaşı büyütmek:)
30'undan sonra geri sayacak nasıl olsa :)))


Çanakkale'nin Minik Kahramanları, Ellerinizden Öpüyorum...


Dün internet bağlantımız yoktu, akşama kadar sanki dünyadan bihaber kaldık. Öyle alışmışız ki bu sanal ortama, zira sanal dünyada gerçek dostlarımız var bizleri okuyan ve bizim okuduklarımız. Çanakkale Şehitleri ile ilgili yazacaktım oysa, çocuk yaşta cepheye gidenlerden bahsedecektim. Bir gece önce ( 17 mart ) otobüs durağında bir foroğraf gördüm. Yaşları 12-12 var yok. Ellerinde silah, yeşil asker giysisi giymişler.

Çocuklar, ama yürekleri büyümüş. Oyun oynama çağında, annesine nazlanma çağında, belki kanının deli deli aktığı, isyan edip kendi varlığını kabul ettirme çağında. Ergen olma yolunda birkaç çocuk. Elleri silah tutuyor. Belki köyünü özlemiş, annesinin kucağını, varsa sevdiğinin gözlerine bakmay özlemiş minik yavrular... Önce üzüldüm, sonra gururlandım. Bu milletin büyüğü küçüğü aynı aşkla seviyor dedim bu toprakları. Canını verecek kadar sevmek, bu olsa gerek...

Onlara olan borcumuzu ne yapsak ödeyemeyiz. Ana hakkı gibi borçluyuz onlara. Bugün başımızı semaya kaldırdığımızda içimize bir ümit, bir sevinç, bir ferahlık geliyorsa, vesilemiz onlardır.

Ve bugün, Yılmaz Özdil'in konuyla ilgili yazısını okuyunca kanım dondu resmen...
Diyor ki Yılmaz Özdil.
Bu seneki Çanakkale Anma Töreni bana 200 liraya mal oldu.
O parayı nerede mi harcamış?
Tahmin edin...

?!?!???!!!!

Köylüler savaştan kalan kafatası, mermi, şarapnel vb. bulduklarını satıyorlarmış!!!
Ne denir ki böyle bir durumda? Ne denir ki?
Yılmaz Özdil birkaç parça satın almış ve deniz kenarına gidip Fatiha okuyacak o parçaları denize bırakmış...
Ne diyeceğimi bilmediğimden ben de şehitlerimizin ruhu için bir Fatiha gönderdim az önce.
Bu işi yapan, bu işten para kazanan, sıfatını tarif edecek kelime bulamadığım o adamları ise, Yaradan'a havale ettim...

Sevgiyle ve duayla kalın...




Beni Mutlu Eden Kareler - 2


Bu şirin yakışıklının adı Arda. Arda'nın annesi sevgili arkadaşım Burçak, hem Arda için hem de yiğenleri için bu keçe isimliklerden istemişti. Bunları yapmayı çok seviyorum, rengarenk, insanın içini açıyorlar. Rengarenk olmasının bir iyi yanı daha var ki çocukların çokça ilgisini çekiyor.


Hem odaları için güzel bir aksesuar, hem de alfabeyi öğrenmeleri için kalıcı bir materyal oluyor bu harfler. Arda şimdilik tadına bakıyor olsa da:) İlerde hem renkleri hem de harfleri öğrenebileceği bir oyuncağı var. Üstelik renkli eşofmanıyla ne de uyumlu olmuşlar öyle değil mi:)


Bu kareleri benimle paylaşan Sevgili arkadaşım Burçak'a ve bu güzel pozları vererek beni mutlu edeen yakışıklı Arda'ya çok teşekkür ediyorum.


Oyuncak dükkanı'nı hala görmediyseniz ister blogspot adresimden ister wordpress adresimden ulaşabilirsiniz.


Sevgiyle kalın...

Blogspot Açıldı Ama...

Merhabalar;

Evet, blogspot nasıl ki bir mahkeme kararı ile kapatıldı ise yine bir başka mahkeme kararı ile açıldı. Haberi buradan okuyabilirsiniz. Yalnız şöyle bir durum var. Evet bloguma girebiliyorum ama kumanda paneline giriş yapmak istediğimde yine aynı yazı, yani "Mahkeme kararıyla engellenmiştir." diyor...

Nasıl iş anlamadım ???

Derken...

Şu yazıyı okuyunca kararın yürürlüğe girmesi için bir süre bekleyeceğimizi anladım.

Olsun, bekleriz... Zaten ne zamandır bu günü beklemedik mi sabırsızlıkla :)

Haydi gözümüz aydın :)


Kayıp Gül



" Eğer yükünü bırakırsan, su taşır seni. " 
" Benim yüküm yok ki. "
" Suyun seni taşıyamayacağını düşünmen ağır bir yüktür. Şimdi onu bırak ve yürü. "

Bazen, omuzlarımızda tonlarca yük taşıyoruz sanırız. Taşırız da aslında. Hayatta olmanın bedeli midir, imtihanın sırrı mıdır bilinmez ama "insan" taşır yüklendiği yükü. Taşıyamayacak olsaydı, vermezdi Yaratan... Ama bazen, boş yükler taşımaya gönüllü oluruz. Kendimize bahşedilen sabrı da çarçur eder, boşa harcarız. Oysa ömür denen yolda bize yetecek kadar azık vardır çantamızda, yola başlarken. Biz, nimet bitmeyecek sanır onu bir hamlede yemek isteriz. Sonunda da yola azıksız, aç/bi-ilaç devam ederiz... Elimizdeki nimeti tasadduk etmeyi bilmez, onu çoğaltmak için gereken ticareti yapamayız. Kendimizi dünyanın odak noktasında görür, içimizdeki "insan" olma özelliğini baltalar, cansız kalana kadar hırpalarız onu. 

Oysa bize verilmiş en büyük nimettir akıl ve sabır. Düşünürüz diğer canlılardan farklı olarak, karar veririz. Yaptığımız yanlışlardan ders çıkarır, yenilerini yapmamak için dua ederiz. İsteriz, vereceğini bilerek, ümitle isteriz...

İstemeyi bilirsek, ısrarla istersek, vermeyeceği şey yok, biliriz bunu...

İşte bu kitap, istemenin öyküsü. 
Kendini bulmak için istemek
Kendini tanımak için istemek
Yaşamın gayesini tadabilmek için istemek...

Bu kitap, "vermek istemeseydi, istemek vermezdi"nin kitabı.

Biraz geç okudum, ama okudum sonunda:)
Beğendim de...
Okuması zevkli, 1 günde kolaylıkla bitebilecek bir kitap.
Akıcı, farklı bir anlatımı var.
Hani benim gibi serviste, doktor sırasında vs okumak isterseniz, bu kitap biçilmiş kaftan:)
Üstelik uzun zamandır da çok satanlar listesinde. 36 ayrı dile çevrilmiş...

Şimdi elimde Ali Çankırılı'nın çok severek okuduğum "Çocuklara söz geçirme sanatı" kitabı var. Çok beğendim bu kitabı da. Detaylı özetini vereceğim, zira kendime de unuttukça okuyabileceğim bir özet bırakmak istiyorum.

Sevgiyle kalın...


Ve Takvim Projesi Biter :)



Evet çok uğraştım, ama bitti sonunda. Araya hastalıklar, gündelik koşturmacalar da girince elimde süründü durdu:) Bir işi uzatmayı sevmiyorum, öyle bir sabrım yok daha doğrusu. Hemen bitirip köşeye koymak istiyorum aklımdakileri. Şükür bir tanesi daha sonuçlanmış oldu böylece.


Hep yapmak istediğim, ama bir türlü başlamaya cesaret edemediğim bir projeydi bu. Birkaç arkadaşımın ısrarı neticesi Bismillah dedim ve şükür yüzümün akıyla tamamlayabildim. Projeyi sizler biliyosunuz zaten, hatırlarsınız bir anket bile yapmıştım bununla ilgili. Tüm çocuk odalarına yakışacak bir takvim oldu. Taban rengi çocuk odasına uygun şekilde değiştirilebilir.



Burada sol üst köşedeki fotoğrafa bakarsanız, projenin kenarında 5 cm kadar bir açıklık var. Cırt ile birleştirilen bu kısmın içine mukavva koyuyorum. Takvimin içi tamamen keçe destekli, dik duruyor ama ben yine de mukavva ile de destekledim. Böylece herhangi bir eğilme olmuyor. Aynı zamanda takvim yıkanmak istendiğinde cırt açılıp mukavva içinden çıkarılıyor ( Elde yıkamaya uygundur, makineye atmayınız. )


Takvimden sadece 15 adet olacak. Siz de biri benim olsun derseniz benimle

hilaltimur@gmail.com

adresimden iletişime geçebilir veya pasajımdan alabilirsiniz.



Büyülü Bohça - Güllü Yeşil Çay


Doğadan önceki sene yaptığı gibi yine bir süprizle karşıladı beni geçen gün. Geçtiğimiz sene gönderdiği kayısılı form çayını çok sevmişken ( ki kokusuna bayılmıştım ), bu kez de büyülü bohça ile geldi evimize. Hani şeffaf poşetli olan. Gerçekten çok emek vermişler, öncelikle kutu tasarımına ve sonra da şeffaf poşet olayına hayran kaldım. Görsel açıdan hakkaten tatmin ediciydi ama açıkçası benim yeşil çay ile pek de aram yoktu. Evet sağlıklı olabilir ama ben yeşil çayı pek içemiyorum. Sanki böyle dilimi yakan garip bir tadı var.




Bu gelen ise “Güllü Yeşil Çay”. Doğrusu yeşil çayın o sevemediğim tadını çok da hissetmedim. Sanki daha light yeşil çay gibi:) Gülün o hafif kokusu daha da kolaylaştırmış içilebilmesini. Ben beğendim doğrusu…




İmza Attınız Mı?


Toplanan imzalar 14.03.2011 tarihinde yetkili mercilere iletilecek
Siz imzanızı attınız mı?

Buyrun buradan...

Blogspot'ta son durum

Bloglarda son durum nedir? 

Hala açılmadı sanırım, ben DNS değiştirdiğim için hepsini açabiliyorum. Dolayısıyla bloglar hala kapalı mı bilemiyorum. Eğer öyleyse de beklediğimden daha uzun sürdü bu yasak. Blog istatistiğime bakınca, eskisine yakın ziyaretçi olduğunu görüyorum. Yani okunabiliyorum ama blog dostlarımın blogları güncellenmiyor. Demek hala yasağın vurduğu biryerler var.

Bir an önce bitsin artık bu yasak...

Ve bir gelişme: 

CUMHURBASKANI ABDULLAH GUL
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, twitter’daki hesabı üzerinden, “Blogların kapatılmasıyla ilgili de çok mesaj alıyorum. Anladığım kadarıyla bu alandaki hukuk gözden geçirilmeli ve kurallar toplu cezalandırmalara fırsat vermeyecek şekilde değiştirilmeli. Bu yönde gereken girişimlerde de bulunacağım” yorumunu yaptı. Sosyal medyanın gücüne de değinen Gül, Mısır örneğini vererek şunları yazdı: “Sizin de takip ettiğiniz gibi geçen hafta Kahire’ye kritik bir ziyaret gerçekleştirdim. Mısırlı gençler, sosyal medyanın gücünü o kadar etkin kullanmışlar ki eski yöneticilerin tedbir almasına bile fırsat kalmamış. Öyle ki ben kendileri ile konuşurken bir taraftan hepsinin masa altından parmaklarının çalıştığını gördüm.”

buradan alıntıdır.

Sanki Zaman Durmuş

Gittik çok şükür son vazifemizi yapmaya. Kapu camiisinde kılınacaktı namaz. Yıllarca Kapu Camii'nde vaaz etmişti. Sanki hepimizin evine gelirdi KonTv'de yayınlanırken vaazları. Hep sevgi derdi, Allah sevgisi, vatan sevgisi, bayrak sevgisi, insan sevgisi... "Birleşin" derdi, ümit aşılardı. "Hoca korkutmaz, müjdeler" derdi. Güzel yaşadı, hepimiz şahitlik ettik güzel yaşadığına. Ve güzel uğurlandı bugün. Zar zor yürüyen yaşlı başlı dedeler, minicik bebekli anneler, gençler, kadınlar, erkekler... Herkes oraya akın ediyordu. Namaz vaktini Alaaddin Tepesi civarında beklerken, bir ara baktım da gözlerime inanamadım. Tramvaydan inen - abartısız söylüyorum - herkes aynı istikamete gidiyordu. Öbek öbek insan seli... Gözümün nuru İplikçi Camii yanına gelince, orada bile namaz için yer kalmadığını gördük. Bilenler bilir, İplikçi Camii nere, Kapu Camii nere. Kayalıpark'taki postanenin yanında havuz başında bekledik vakit namaz kılınana kadar. Erkekler heryerde namaz kılıyordu. Adeta zaman durmuş, sadece kıpırdanan birkaç çocuklu anne benim gibi. Onun dışında trafik bile akmıyordu. O koskoca yolu - Mevlana yolunu kapatmışlar trafiğe. Zaten insanlardan trafiğin akması gibi bir duruma da imkan yoktu. Vakit namaz sonrası herkes sokakta ilerleyebildiği kadar ilerledi. Her zaman alışveriş yaptığımız sokaklar, şimdi çok farklı görünüyordu gözüme. Kapu Camii'ne gitmenin imkanı yoktu o saatlerde, zira sarraflar, ayakkabıcılar ve bedesten tamamen insanlarla doluydu. Ben öyle sanıyorum ki böyle bir kalabalığı ömrüm boyunca görmedim. Ömrüm dedim de, tam da doğduğum gün Tahir Hocamızın vefat edeceğini nerden bilirdim...

Cenaze namazı için Tahir Hoca'mızın oğlu Abdurrahman Büyükkörükçü tekbir getirdiğinde, hala namaza yetişmeye çalışan bir bölük insan koşarak sokağın başına kadar geldiler. En arka safta bayanlar namaz kıldılar. Ve sonra yola çıktı tabut. Hani gördüm diyemem, öyle bir imkan yoktu zira dediğim gibi yürümenin imkanı yoktu. O sokaklar bu kalabalığı Hacıveyiszade Efendi'nin vefatında yaşamış henüz biz yokken dünyada. Büyükbabam rahmetli anlatırdı, Hacıyeviszade'nin tabutu tam 3 saatte gelmiş 5 dk'lık yolu. Böyle dinlerdim ama, şaşırırdım. "Nasıl yani" diye düşünürdüm. Ve bugün, Sarraflar Yer Altı Çarşısı'nın önünde kurulan sinevizyona baktığımda, bu durumu anladım işte. İnanın Kapu Camisi'nden Üçler Mezarlığı'na yürüyerek 5-15 dk arasında gidersiniz. Bugün tam 2.5 saatte gitti Tahir Hoca. Evet, birebir şahit olduk buna. 

Biz bugün, adı gibi "Tahir" bir hayat süren ve adı gibi "Tahir" olarak Hakk'a yürüyen Tahir Hoca'mızı uğurladık. Artık Mevlana'mız gibi, Hacıveyiszade Hoca'mız gibi, Ali Ulvi Kurucu Hoca'mız gibi ve Şems-i Tebrizi'miz gibi Tahir Hoca'mızı da toprağa verdik.

Allah rahmet eylesin...

Kaybettik, Uğurluyoruz...



Sultan’ül Vaizin
Konya’mızın yeri doldurulamaz Tahir Büyükkörükçü Hocası Hakk’ın rahmetine kavuştu
Az evvel geldik eve, biz gelirken tabutu yola çıkmıştı ancak 5 dk’lık yolu 2.5 saatte alarak az evvel kabrine vardığını Kontv’den izliyorum.
Rabb’im manevi mimarlarımızı başımızdan eksik etmesin, Tahir hocamızı da rahmetiyle karşılasın…

Beni Mutlu Eden Kareler - 1


Emek vermek ne kadar değerlidir öyle değil mi?
Hayat boyu hepimiz emek veririz.Ailemiz için, çocuğumuz için, sevdiklerimiz için, geleceğimiz için vs vs.
Verdiğimiz emeğin karşılığını da görmek isteriz mutlaka, çabalarımızın bir işe yaradığını görmek, bir insanı mutlu edebildiğimizi hissetmek isteriz.

 

El emeği yaptığım oyuncaklarımın sergi ve sizlerle buluşma mekanı.
Çok severek yaptığım, oğlumdan aldığım ilhamla ortaya çıkardığım oyuncaklarımı tanıdığınız -buradan sonraki - mekanım...

Ve işte beni bitiren kareler.
Yaptığım oyuncakların, gittikleri yerde sevildiğini bilmek ve emek verdiğim bir oyuncakla bir çocuğu gülümsetebiliyor olmanın bana verdiği büyük haz.


Çınar'ı bu otoyol projesinin üzerine yatmış oyun oynarken görünce içimin yağları eridi inanın. Daha çok üretmek geldi içimden, daha çok çocuğun mutluluğuna vesile olabilmek.


Bu resimleri benimle paylaşan sevgili arkadaşım Başak'a ve kendi deyimiyle kedi paakı ile böyle oynayıp beni mutlu eden oğlu Çınar'a teşekkür ediyorum.

Sevgiyle kalın...

Not: Oyuncak Dükkanına blogspottan ulaşamıyorsanız, http://oyuncakdukkani.wordpress.com'dan da ulaşabilirsiniz.