...Senai Demirci'den...

Eylemsizlik, karşı konulmaz bir direniştir. Zalimlerin elini kolunu bağlar.



Sivil itaatsizlik, korkunç bir silahtır. Silah sahiplerinin en büyük silahını, saldırı iddiasını, ellerinden çekip alır.



Herkese rağmen insan kalmak, her şeye karşın insanca durmak, gammaz bir aynadır; katilleri kendi kanlı ellerine yakalatır, zalimleri kendi kanlı yüzleriyle tanıştırır.



Gazze konvoyu silahsız.



Ellerinde bisküvi var, su var, ekmek var, ilaç var.



Yetim kız çocuklarına oyuncak bebek taşıyorlar.



Ayaklarını kaybetmiş çocuklara protez götürüyorlar.



Tebessüm var yanlarında.



Yüreklerindeki sevgiyle yürüyorlar.



Açları doyurmak için, hastaları iyileştirmek için ilerliyorlar.



Bal var, reçel var; peynir var, portakal suyu var yanlarında.



Silah yok.



Dünyaya bir ayna tuttu kardeşlerimiz.



Zalim kimmiş görüldü, hain kimmiş görüldü, cani kimmiş görüldü.



Kırıldı can aynalarımız ama yansıttıkları sonsuza dek tarihin akışını değiştirdi.



Şimdi bu aynaya baka baka kendi kanlı yüzünü seyrediyor İsrail…



Kaldıysa, vicdanından çıkan sesi duyacak yeniden.



Bu lekesiz ayna karşısında, egemen medyanın dili dolaştı, propaganda makyajları döküldü.



Bu ayna, vurdumduymaz ve aldırışsız AB ve ABD’nin yüzlerini de kendi karşılarına dikti.



Ve asla çekilmeyecek gözlerinin önünden.



Şehitlerimize binler fatiha!



Ha bir de derin bir not:



İsrail Hükümeti, İsrail vatandaşlarının Türkiye’yi terk etmelerini istemiş.



Bu cümlenin altındaki “hain saldırı”yı okuyabiliyor musunuz?



Endişe ediyor İsrail hükümeti…



Biz de onların yaptığının aynısını yaparmışız gibi.



Bak sen!



Ben sen miyim ey katil! Ben senin yaptığını yapmaya tenezzül edecek adam mıyım? Ben senin gibi eli silahsız adamlara silah çekmeye kalkacak denli gözü dönmüş müyüm? Ben senin gibi topraklarımda misafir ettiğim insanları mı öldüreceğim?



Hükümetimi bilmem ama kendi adıma uyarıyorum:



Bırakın vatandaşlarınıza Türkiye’yi terk etme çağrısını da, siz asıl içinde yürüdüğünüz o “insan sûreti”nin arkasını boşaltın.



Yanıltıyorsunuz bizi.



Biz de sizi “insan” sanıyoruz arada bir.



Bak yine yanıldık…



Tühh…



Tuhh…



Senai Demirci



İnsani Yardıma Hayvani Müdahale

Bugün sizlerle güzel bir tarifi paylaşacakken, malesef sabahın erken saatinde aldığımız o kötü haber neticesinde bugün yazacaklarımı bir kenara attım, insani yardıma nasıl acımasızca müdahale edildiğini yazmak durumunda kaldım. Gazze'nin durumu belli, yemek yok, ilaç yok, hiçbir şey yok. Ama orada İNSAN var.. ÇOCUK var... YAŞLI var... KADIN var... 

Milleti, dini, ırkı, soyu, adı, rengi ne olursa olsun, bir canlıya zarar vermek, sadece insan demiyorum, canlıya zarar vermek kabul edilebilir birşey değil. Kaldı ki karşınızdaki masum bir sivil ise ve masum ve güzel bir amaca hizmet amacıyla yola çıkmışsa, nasıl olur da onun yolunu keser ve üzerrine ateş açarsınız? Hangi akla sığar bu? 

Böyle gerilimlerin var olmadığı, kardeşçe, insanca, barış içinde yaşayabileceğimiz bir dünya hayal ediyorum. Ütopik bir hayal değil bu, gerçekleşmesi muhtemel. Sadece gayret lazım. Kinden, nefretten arınmak lazım...

Aslında şu an ne diyeceğimi bile bilemiyorum. Dün uykusuzluğumdan, yorgunluğumdan yakındığımı düşünüp öyle utandım ki şu anda. Filistin'i düşündüm, insanları, aç kalanları, postallarla hırpalananları, yaşanamayan çocuklukları...
Üniversite yıllarımda izlediğim bir programda, bir Hıristiyan genç ( Filistin'de yaşayan bir Hıristiyan)  aynen şöyle diyordu: "Bizim oralarda, kolu bacağı askerler tarafından kırılmadan büyüyen çocuk çok azdır. Benim de şu ( kolunu göstererek ) kolum kırılmıştı bir asker tarafından..."

Çocukların güldüğü, oyuncaklarının taşlar olmadığı, insanca, barış içinde yaşanılası bir dünya.... Hayal değil... Zor değil...
O gemide hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum. Dualarım Marmara gemisi'ndeki ve diğer gemilerdeki güzel yürekli insanlar için...

Geminin en küçük ( 1,5 yaşında ) yolcusu için buraya...
Gemide müslüman olan Peter için buraya...

Kedidili ile Pratik Pasta


Haftanın son yazısını kedidili mini pastacıklarla yazmış olalım. Aniden bir misafirinizin geleceğini öğrendiniz, fazla vaktiniz yok.. Hele de çalışan bir anne iseniz e pastaya çok vakit ayıramayacaksanız, mutlaka bu tarifi bir yere not edin. Hani Oktay Usta'nın programındaki 3dk'lık tarifler kadar kolay ve hızlı yapılabilir. Hemen tarife geçiyorum:
1 paket ( 2'li paketlerden ) kedidili
1 paket hazır krema ( süt ile tarife göre hazırlayın )
1,5 bardak süt
1,5 tatlı kaşığı nescafe
1 su bardağı hindistan cevizi


Sütü hafif ılıtıp içine kahveyi ekleyin. Diğer tarafta kremayı üzerndeki tarife göre hazırlayın. Ben kedidilini de kremayı da her zaman Bim'den alıyorum. Kremayı aslında 40 yılda bir kez kullanırım, evde hazır bulunur acil işlerimde yardımcı oluyor. Yoksa her zaman ev yapımı gıdalar diyorum. 
Kahveli süte batırdığınız kedidilinin üzerine kremadan sürüp diğer bir kedidilini daha süte batırın. Üst üste kapatın hindistan cevizine bulayın. Kedidilleri iyice yumuşayınca yiyebilirsiniz. Afiyet olsun...

Türkçe Olimpiyatları Başladı




Heyecanla beklenen Türkçe Olimpiyatları başladı. Mayıs ayı birkaç senedir artık Türkçe Olimpiyatları demek. Dünyanın dört bir yanından gelen rengarenk gençler artık bizim dilimizi - en güzel - şekilde konuşmak için yarışıyorlar. O kadar gurur verici birşey ki... Dün gece sanırım STV haber kanalında idi, bir türkü dinledik ki mest olduk hepimiz. Bir çocuk, ve bir türkümüz... Türkmeniztan'dan gelen bir Türkçe sevdalısı, "Antep'in Kalesi" türküsünü öyle güzel söylemiş ki. Hemen urfatutkunu'nun kulaklarını çınlattım. Bizimki hala İstanbul'da, dönmesini bekliyoruz dört gözle. İşyerinde yalnızım odamda, o nedenle raporu bitse de dönse diyorum tek başına zaman da geçmiyor:) Her gün Urfa-Mardin-Antep türküleri dinlemeyi özledim. Sayesinde ben de tutkunu olmuşum bu türkülerin:)

Yukarıdaki fotoğraf geçen sene 31Mayıs'ta Ankara Altınpark Türkçe Olimpiyatları'nda çekilmiştir. Tiryaki Hobi ile birlikte gezmiştik ne güzel bir gündü...

Bu türkünün özellikle 3:35 dk'dan sonrasını urfatutkunu'na ve sizlere armağan ediyorum. Çoook sevdiğim bir türküdür... Sevgiyle...


Bonibonlu Kurabiye


Kurabiyeye bayılıyorum, aslında uzun yıllar hiç kurabiye yapmadım ve şimdi neden yapmamışım diyorum. Ben doğuştan pratik işleri seviyorum sanırım:) Malum kurabiyenin de yoğurma işi felan olunca, bana hep emekli birşey gibi gelirdi. Ne zmana mı bu önyargım kırıldı: Kurabiye yapmaya başlayınca:)) Kesinlikle çok pratik... Umarım bu önyargım mayalılar için de kırılır, en çok üşendiklerimden birisi - ki bir zamanlar her hafta poğaça ve ayçöreği yapardım -  poğaçadır. Hani mayalanması için beklenir, ama benim nedense beklemeye pek tahammülüm olmuyor işte:) Neyse, dün buralarda olmayınca sanırım çenem düşmüş:) Hemen tarife geçiyorum:



Malzemeler:

125 gr tereyağ
1 su bardağı nişasta ( buğday )
1 yumurta
2 tatlı kaşığı yoğurt
1 çay kaşığı kabartma tozu
yarım bardak pudra şekeri
Aldığı kadar un

Üstünü süslemek için bonibon


Un hariç tüm malzemeleri iyice sıvı hale glene akdar yoğuruyor ve yavaş yavaş karışıa unu ilave ediyoruz. Kulak memesi kıvamına gelince bırakıyoruz. Elimizde yuvarlayıp, üstüne basıyoruz yassılaşması için. Son olarak da üzerini bonibon ile süsleyip pişirme kağıdı serdiğimiz tepsiye yerleştiriyoruz. 180 derecede hafif kızarana kadar pişirin, afiyet olsun...

Diğer kurabiye tariflerim için buyrun...


Ahududu ve Çilekli Mini Pasta


Ben bu fincan kekini çok sevdim:) Çok pratik geldi bana. Zaman alan değil pratik olanları tercih etmek durumundayım malum. Bir de kim yese daha lezzetli buluyor fırında yapılan keke göre. Ayrıca nescafeli fincan keki ve tencere kekini deneyip memnun kalan, çok beğenen arkadaşların yorumları da beni çok çok mutlu etti. Şimdiki denemem, aynı malzemeler ile yapılan farklı bir tat. Malzemeler fincan keki ile aynı. İçine ekstra olarak 2 fincan doğranmış çilek ve 1 fincan ahududu reçeli döküp aynı usul ile kekleri yaptım. 


Bardaktan çıkardıktan sonra keki 3e bölüp yukarıdaki gibi mini bir kek elde ettim. Bardaktan yapınca kendiliğinden yuvarlak olması da ayrıca işime geldi:)


Hazır kremayı süt ile çırptım. Elde ettiğim kremayı kekin üzerine sürdüm.


Son olarak üzerine ahududu reçelinden biraz döktüm ve muz ile süsledim. Ahududu tadını sevenler için tavsiye ederim, sevgiyle...

Firkete İşi Süveter




Merhabalar, dün buralarda değildim... Dolayısıyla ekleyeceklerimi de ekleyemedim, alel acele bamya çorbasını ekleyiverdim sadece.. Bugün de ilk firkete işi denemem ile buradayım. Firketeye nasıl mı merak saldım? Urfatutkunu, bir örgüyü merak etti, baktım ben de çok sevimli görünüyor. Sonra öğrendik ki firkete işiyle yapılmış. Hemen internetten araştırdım nasıl birşey diye. Zaten öyle çok kaynak var ki firkete ile ilgili.. Bana en çok bu fotoların yardımı oldu. Sonunda firketeyi de alıp hemen başladım örmeye. Ne yapacağımı bilmiyordum aslında, süveter yapmak geldi aklıma. İpi çok çok beğenerek aldım, zaten favori renklerimden:) Bir de fotoda belli oluyor gerçi, harika kırçılları var. 



Ve sonra ortaya işte bu çıktı. Firketeyle başka neler yapabilirim acaba ne dersiniz? O kadar kolay bitirilen birşey ki, herkese de tavsiyemdir. Çok da zevkli...

Bamya Çorbası


Bamya çorbası, Konya düğün yemeklerinin vazgeçilmezlerindendir. Ekşisi yerinde olmalı, ve de kaynar kaynar gelmelidir yoksa düşük not alır. Tabi bir de bamyalar mini mini olmalıdır, diğer bamya burada pek tercih edilmez. Bir ara Konya düğün yemeklerinden de bahsetmek istiyorum kısmetse, bakalım yaz geliyor yemek  sezonu başladı fotoğraflarla anlatayım ki daha güzel olsun:) O nedenle bekliyorum:)
Malzemeler:

2 ortaboy soğan
100 gr küçük küçük kuşbaşı doğranmış et 
1.5 su bardağı bamya
1 yemek kaşığı salça
tuz
1.5 limon

Etleri sıvıyağda iyice kavurun. Ardından ince ince doğradığınız soğanları da ekleyin ve birlikte kavurun. Soğanlar iyice kavrulduktan sonra salçayı ilave edin, yeterli miktarda su koyup ( 1 lt kadar ) içine limonu sıkın. Tuzunu da ekleyin ve tadına bakın. Tuzu ve limonu iyiyse, içine haşlanmış bamyaları atın. İyice pişirin, afiyet olsun...


Bamyanın kendi usulümce pratik tarifi. Et ve soğan kavrulduktan sonra içine bamyaları atın. Onları da beraber kavurun. Ardından salçasını ilave edip suyunu dökün. Limonunu sıkıp tuzunu atın. Hepsi bu kadar.

Ve bir püf noktası: Bamyaları iplerinden ayırdıktan sonra bir havlunun arasına koyup ovalayın, kenarlarındaki minik şeyler çıkıyor böylece. Eğer tüm bunlarla uğraşamam derseniz bamyanını Urfa'dan alın:) Oradan alınanda olmuyor:) Urfatutkunu kulakların çınlasın:)))

Bir Değirmendir Bu Dünya, Öğütür Bir Gün Bizi

Akil isen can gözün aç, tut kulak bu sözüme
Bir değirmendir bu dünya, öğütür bir gün bizi...

                                   Cahidi Ahmet Efendi


Dün akşam, balkondaki kitaplığı karıştıran minik kaşifin ardından oraları düzeltmeye gittiğimde elime minik ajandam geçti... Üniversite yıllarıma ait... Okuduklarımdan, beğendiklerimden kısa kısa pasajlar yazdığım minik ajandam. İçine gazete ve dergilerden kestiğim minik resimleri iliştirdiğim, kendimce bir dünya kurduğum birkaç ajandamdan sadece biri işte... 

Ne çok severdim yazmayı, hatırladım dün akşam...  Okuduklarımdan notlar çıkarır, seminerlerde notlar alır onları temize çeker ve dönüp dönüp okurdum yazdıklarımı. Ne zamandır bırakmışım yazmayı, hatırlattı bu minik ajanda bana. Hüzünlendim, okudum, sevindim, sarıldım ajandama... Biri beni görse ne derdi bilmiyorum ama ben sevdim kendimin o halini... 

-ah şu yalnızlık
kemik gibi 
ne yanına dönsen batar. ( A. Cahit Zarifoğlu )

Sessizliğin, arada bir de olsa yanlız kalmanın, kendini ama sadece kendini dinlemenin ne denli önemli olduğunu hatırladım bir kez daha - ama uzun bir aradan sonra - .



Yaşamla ölümü,
İki kaşının arasında öpüşür buldum...
Yaşamı seçtiysem SEN'sin nedeni
Ölümdeki sonsuzluğa seninle erdim...

Bazı alıntıların kime ait olduğunu malesef yazmamışım. Bu ajandam Cahit Zarifoğlu ile dolup taşmış. Okuduğum zaman gözlerimin önüne geldi: Bir Değirmendir Bu Dünya...

Bu yazıyı, bir daha unutmamak adına yazdım... Kağıdı, kalemi, düşünmeyi, kendinle başbaşa kalabilmeyi, ışıkları söndürüp, tv'yi kapatıp, belki bir mum alevinde öylece tavana bakabilmeyi, hatıraları, gençliği, büyümeyi... Unutmamak adına yazdım...
            

Tek Tığ Yelek ve Tunik


Örgüyü oldum olası severim. Ama öyle dantel tarzı örgü değil, böyle yünlerle örgü. Bir ara, sanırım üniversitede okurken, tığ ile örgü modaydı:) İlk başta baya şaşkınlıkla karşıladım, tek tığla nasıl yelek, etek örülüyor diye.  Hani uzun, örgü mili gibi olan tığdan bahsediyorum. Neyse bir tanıdık örerken baktım, sordum, öğrendim ondan.


Bir benzerini burada yazdığım yelekten, şimdi de tek tığ işi ile yaptım. Önce kendime uygun bir yeleğimi aldım, ölçü çıkardım. 



Daha sonra bu ölçüye uygun olarak kaç tane parça ve hangi ebatlarda örmeliyim onu belirledim. Tabi ki kenarının birleştirmelerini de hesaba alarak... Yeleğin ön kısmındaki parçaların her birine bir dew kabartmalı çiçek koydum:) Tamamen doğaçlama bir yelek oldu...


Arkasında ise bu çiçeklerden yok. En son birleştirme işi de bitince, kenarlarını tığ ile işledim. Bahara uygun bir yelek ortaya çıktı.



Elimde artan ipler vardı, boş durmamak adına bir de böyle bir süveter yaptım tığ işine sardığım zamanlar:)) Bunun motifleri daha uzun, daha büyük oldu.


Tunik olacağı için, etek kısmını yanlardan yırtmaçlı yaptım. Motifleri koyu yeşil ile birleştirip etrafını mavi ile ördüm.




Organik Balkon :)


Daha önce burada ve burada balkondaki bahçemden bahsetmiştim. Bu iş o kadar zevkli ki, toprakla uğraşmak gerçekten insanı dinlendiriyor. Bir uğraş veriyorsunuz ve sonucunda gözünüzün önünde yeşeren filizlenen bitkilere şahit oluyorsunuz. Çok heyecan verici!


Oldum olası evde çiçeği çok severim zaten. Hatta bir örneğini burada görebilirsiniz. Ancak şimdiki uğraş, beni daha çok mutlu ediyor itiraf edeyim. Sonunda tertemiz ve hormonsuz bitkilere sahip olmak harika bir duygu...


Organik balkonumda neler mi var?


Biber - umarım acı çıkar biberler:)
Biberleri tohumdan ektim...


Maydonoz
Bunları da tohumundan ektim.


Ekşi Ot
Çok sık ekmişim ama olsun:) Bunlar da tohumdan ekildiler.


 Sarımsak
Pazardan aldığım sarımsakların yeşil yapraklarını kesip kullandım. Kafa kısımlarını da diktim, onlar da yeşermeye başladılar.


 Soğan
Bu soğanları da pazardan almıştım. Yeşil kısımlarını kullanıp kafa kısımlarını diktim.


Mini mini bir reyhan


Adını aklımda bir türlü tutamadığım çiçek
Bu çiçek de tohumdan ekildi.
 Ve bu da en son ektiğimiz maydonoz. Malum maydonoz çokça lazım olur bir evde. Yine bu da tohumdan ekildi.

Bu arada Fatmacım canım komşum, soğanları kesmedim haftasonu sana getirmek için ama kısmet olmadı. Ah biz hangi haftasonu buluşacağız ne dersin:)

Tencere Keki


Yeni bir haftaya başlıyoruz, umarım hepimiz için sağlıklı ve huzur dolu geçireceğimiz bir hafta olur. Fincan kekinden sonra tencere pastasını denemesem olmazdı. Sanıyorum bu gidişle fırında kek pişirmekten vazgeçip, suyun içinde pişirilen keklerden yapacağım:) Hem kurumuyor, hem de çabuk pişiyor.


Malzemeler:
2 yumurta
1,25 bardak şeker ( 1 bardak + çeyrek bardak )
1 bardak süt
0,75 bardak sıvıyağ ( 3/4 bardak )
hindistan cevizi ve kakao ( dilediğiniz kadar )
1 adet kabartma tozu 
1 adet vanilya
Un

şekeri ve yumurtaları köpürene kadar çırpın. Ardından hindistan cevizi ve kakao hariç tüm malzemeleri de karıştırıp kek hamurunu elde edin. Hamuru ikiye bölün. bir yarısına kakao, diğer yarısına da hindistan cevizi  ekleyip karıştırın. uygun bir kap alıp içini yağlayın. tabanına pişirme kağıdı keserek koyun. Ben önce kakao, üzerine de hindistan cevizliyi döküp yavaşça karıştırdım. 


Ardından bu kabınızı geniş bir tencereye oturtup, kabın yarısını geçmeyecek şekilde tencereyi su ile doldurun. Tencerenin ağzına havlu serip kapağını sıkıca kapatın. Hatta ben üzerine hava almasın diye bir de ağırlık koydum. Ocağı yakıp kaynamasını bekleyin. Kaynayınca altını kısın. Bu şekilde 25 dk piştikten sonra ocağı kapatıp 15 dk bekleyin. Afiyet olsun:)




Süt İzni Reformu


Bu sabah, saat 5:30'da blogcu anne Elif'in kulakları çınladı eminim. Aslında blogcuanneye o saatte ulaşmak vardı ama muhtemelen Derin'in gece emmelerinden dolayı uykusuzdur, veya Amerika yolculuğu belki de o saatte başlamıştır bilemiyorum. Blogcuanne, harika bir işe imza attı okuyanlarınız bilirler. Süt izni reformu ile ilgili bir hareket başlattı ve annelerden de oldukça destek geldi bu projeye.

Gelelim bu sabah neden Elif'in kulaklarını çınlattığıma. Sabah 5:30da Cine5'te ( o saatte tv başında işim ne hiç sormayın :)) bir baktım "Anne Olunca Anladım" var. Hatta konu da emzirme reformu.. Harika! Sanırım yavaş yavaş bu konu günyüzüne çıkıyor, bu demektir ki yakın zamanda bir reform yapılacak. Ben çok umutluyum kendi adıma. 

Bakanlık ısrarla "6 ay sadece anne sütü" derken, uygulamanın bununla çelişmesi ve çalışan annenin 3-4 aylık bebeğini bırakarak çalışmaya dönmek durumunda kalması birbiriyle örtüşmüyor. Bunun yanında, program sunucusu doğum sonrası işten çıkarıldığından bahsetti. Malesef böyle durumlar da mevcut. Oysa hiçbir yasal tutanağı yok bu durumun...

Bir konudan da ben bahsedeyim yeri gelmişken. Hepimiz süt iznini, doğum iznini biliyoruz. Ama birçoğumuz hamilenin haklarından habersiziz. Mesela bir hamilenin günde 7,5 saatten fazla çalıştırılamayacağını biliyor muyuz? Veya gerekirse hamilenin üzerindeki yükün azaltılması amacıyla görev değişikliğine gidilebileceğini, ama bu değişiklikten dolayı herhangi bir maaş vb. haklardan ödün verilemeyeceğini...

Bugün, umutluyum... Geç olsa da güç olmasın diyorum. Çalışan annelerin hakları uygulamaya da geçsin. Yeterli olmayan durumlar için düzenlemeler yeniden gözden geçirilsin. Benim gönlüm öyle şeyler istiyor ki, birçok avrupa ülkesinde olduğu gibi, çalışan anne doğumdan sonra home-office çalışabilsin. Ya da işini part-time devam ettirebilsin. 

Bu konuda blog yazıları yazarsak, belki sesimizi duyurabiliriz. Blog yazılarımızdan esinlenen reklamları bile gördük öyle değil mi? Yani okunuyoruz, izleniyoruz, birşeylere yön verebiliyoruz. Birlik olup konunun üstüne gidersek herşey daha çabuk yayılır, daha çabuk gelişir. Umarım bir an önce gerekli düzenlemeler yapılır.

Sevgiyle kalın...

Nescafeli Fincan Keki


 Daha önce bir kez deneyip, tencerenin kapağını açtığımda hüsranla karşılaşmıştım. O zamandan sonra da tekrar denemeyi düşünmedim. Ta ki sevgili dostum Rumma'nın güzel tarifini görene kadar...


Kakaolu yapmayı planlarken, ani bir kararla nescafeli yapmaya karar verdim. Kahve sever biri olarak hemen belirteyim, bugün gazetede okudum, kafein ciddi anlamda idrar söktürücüymüş. Kahve severler, bol su içmeye dikkat! Kaybedilen / atılan suyu telafi etmek lazım...

Bu bilgiyi de verdikten sonra, tarife geçebilirim:


Malzemeler:
2 yumurta
1 su bardağı şeker
1 su bardağı süt
3/4 su bardağı sıvıyağ
2 fincan iri dövülmüş ceviz
1 yemek kaşığı nescafe
un 
kabartma tozu 
vanilya



Şekeri ve yumurtayı yüksek devirde köpürene kadar çırpın. Ardından diğer tüm malzemeleri karışıma ekleyip yavaş devirde hepsini karıştırın. Fincanlarınızın kenarlarını yağlayıp tabanına kek kağıdı koyun. Ben kupa ve cam bardak kullandım. Kek hamurunu, bardakların yasırını geçmeyecek şekilde dökün. Yukarıdaki resimdeki gibi yüksek bir tencereye bardakları koyun ve bardakların yarısına gelecek şekilde tencerenin içini su doldurun. Tancerenin ağzına bir havlu kapatın ve üzerine de kapağı yerleştirin. Açıklık kalmamasına dikkat edin, gerekirde kapağın üstüne bir ağırlık koyabilirsiniz. Ocağın altını açın, su kaynamaya başlayınca ( sesinden anlamak gerekiyor, kapağı hiç açmamalısınız ) ocağı kısın. Bu şekilde 20 dk pişirip ocağı kapatın. Ocak kapandıktan 15 dk sonra tencerenin kapağını açın. Soğuyunca da afiyetle yeyin. Zaten kenarları yapışmıyor, yapışanlar olursa da bir bıçak yardımıyla hafifçe kaldırırsınız.Afiyet olsun...

Related Posts with Thumbnails